Osmanlıca, Yeniler

Ahmed Rasim’den “Ramazan”

Ramazan münasebetiyle Ahmed Rasim’in Hakimiyet-i Milliye Gazetesinde 1926 yılında yazdığı “Ramazan” başlıklı yazının çevirisini yayınlıyorum. Darüşşafaka’da talebeyken arkadaşlarıyla yaptığı oruç yeme kaçamaklarını kendini eleştirir bir dille anlattığı yazısında toplumda oruç tutuyorum diyerek yalan söyleyenleri de eleştiriyor ve istibdat dönemindeki Ramazan uygulamalarını anlatıyor. Ayrıca sigara tiryakilerinin oruç tuttukları sırada çektikleri çileyi de gözler önüne seriyor.
Bilgilendirici olmasının yanısıra keyiflide bir yazı.
İyi okumalar dilerim.

Ramazan!

Cenab-ı Hakk, cümlemizinkini kabul etsin, ömrüm var ise bu hafta orucluyum. Bittab'(doğal olarak) daha nice erbab-ı iman da oruclu bulunacakdır.
Bana bir Ramazan kazasız, özürsüz oruc tutmak, ilk def’a olarak (Darülşafaka)ya girdiğim sene nasib olmuşdur. Elli iki sene evvel gelüb geçmiş olan bir Ramazanı benim nasıl geçirmiş olduğumu sormayın. Boğazımdan aşağıya bir katre(damla) su kaçırmamak, ağzıma bir habbecik(lokmacık) sokmamak gayretiyle kim bilir kendimi ne kadar sıkmış idim!…

İkinci sene Ramazanda da aynı suretle oruca ehemmiyet virmeğe başladım idiysede arada sırada arkadaşlardan bazılarının abdest alırken ağızlarına götürdükleri suyu boşaltmadıklarının farkına varır gibi olmuşdum.

Üçüncü sene Ramazanında bende su yutmak tecrübelerine ibtidâr(başlama) itdiğimi söylersem beni ta’yîb(ayıplama) itmeyin. Çünkü bir öğle zemanı idi musluklar dairesine gitdiğimde mubassırlarımızdan(okul düzenini sağlayan görevli) birinin ağzını musluğa virmiş, midesini kırbavari(su kabı gibi) doldurmakda olduğunu görmüş, arkadaşlar arasında:

– Bugün çok susadım. Abdest alırken dayanamadım, avuc avuc içdim.

Bu gibi sözler devran itdiğine şahid olmuşdum.

Dördüncü sene Ramazanında ise güpegündüz karnımı bile doyurduğum olduğunu pek ala tahattur(hatırlamak) idiyorum.

Nasıl?.. (Darüşşafaka)da böyle zemanlarda değil yemek bir lokma ekmek bile bulmak hemen gayr-i kabildir(mümkün değildir). Fakat biz kurnazlar bulduğumuz bir usulü pek güzel tatbik iderdik. Yarım somun ekmeğin içini boşaltır, yahni gibi yemeklerin etleriyle doldurub bu kaba saba etli böreği mubassırlara his ittirmeksizin müzakerehaneye çıkarır, dolablarımızda saklar idik. Hatta bir gün foyamız apaçık meydana çıkmış idi. Kafir fareler!.. Kağıdlar, kitablarla beraber dolablar muhteviyatını(içindekilerini) didik didik itmişler, yerlere dökmüşler, mel’un kediler etleri silgi silgi yedikleri içün müzakerehaneyi yağlara bulamışlar idi. Bittab’ bu hal bizi derslerden maada(yanısıra, ötesinde) her yerde hatve hatve(adım adım) takib iden sofi ve mut’asıb(tutucu) mubassırımızın nazar-ı dikkatinden kaçmadığı içün bozuk dolablar sahibleri üç gün kuru ekmek ve sade su ile iftar itmeğe mahkum oldukları gibi taâmhaneden(yemekhane) çıkışlarda da sıkı bir yoklama usulü ittihaz idilmişdi.

Şimdi ne yapacak idik?.. Ne yapacak idik? Diye elimiz gerimizde duracak değiliz ah bir kolayını bulduk. Taamhane hizmetcisiyle uyuşduk. Fakat o bize yalnız ekmek kaçırabilirdi.

Buna da şükür!.. Aç iken yenen somunun tadı baklavada bile bulunmaz!

Beşinci, altıncı, hele yedinci, sekizinci sınıflarda da bu kaçak ekmek, yiyecek usulünün türlü türlüsünü tatbik(uygulamak) itdiğimizi söyleyecek olursam inanırsınız değil mi? Bununla beraber bütün Ramazanı orucsuz geçirmez idik. Haftada lâakal(en azından) üç gün sâim(oruçlu) bulunurduk.

Mesela: izin günleri tutar, evlerimizde alelade iftar ider idik. Ertesi Cuma günü mektebe orucsuz gelir idik. Cumaertesi, Pazar umumiyetle oruclu durur, Salı, Çarşanba kaçak geçinir idik.

Bu hal, mektebden hurûcumdan(çıkışımdan) sonrada bende bir kaç sene devam itdi. Zaman geçdikce orucda benden geçdi. Bilhassa riya(ikiyüzlülük), gösteriş yapmakdan haya(utanmak) itdiğim içün ..da karnımı iyice doyurur, deve gibi suyumu bol bol alır, sokağa çıkardım yahud matbaaya kapağı atdım mı kahveden başlayarak bakkaldan piyaz, lokantadan et, sebzevat getirterek top atılıncaya kadar otururdum.

Devr-i istibdad(Baskı rejimi dönemi) da polisler orucsuz avına çıkarlardı. Kapalı dükkanların kepenglerinden gözetlerler dükkanların ve kıraathanelerin kuytu mahallerini girüb yoklarlar, tütün dükkanı koklarlardı. Hükümet bir tarafdan [Emr-i bilmaruf …] kaidesine müsteniden(dayanarak) beyannameler neşr ider ve kâffe-i ibadat(bütün ibadetler) ve tâat arasında aleni(açık şekilde) oruc yiyenleri takib eyler idi. Bir zamanlar eski teftiş memurlarının sonrada polislerin, hatta bekcilerin bile teravih zamanı sokakda bulunanları tutub karakola yolladıklarını hatırlıyorum.

Yatsı ezanı okunurken bi-namaz(namazsız) alayının evvelce biledikleri gizli mahallerde toplandıklarını bilirim. Ziyade gayretli memurlardan düşkünce olanların hamamlara bile girerek:

– Bu ana kadar burada ne duruyorsun? Namaz kaçkını herif!
Hitabıyla yıkananların gözlerine sabun kaçırdıkları vakidir(meydana gelmiştir). Halbuki teravih yalnız başına kılınmaz mı?
Evet, oruc tutmağa tergîbi(istek uyandırmayı) anlarım ama tutacaksın diye terhibi(korkutmayı) anlamam. İnsanın derhal orucu bozulur. Dervişe sormuşlar:
– Oruc tutar mısın?
– Pek sıkıntıya düşdüğüm zaman!
demiş.

Maamafih:
(Her i’tikad akla göre gaibanedir)
Merhum (Borazan Tevfik) bey gibi rind(dünyayı umursamayan), kalender meşreb(dünyadan elini eteğini çekmiş), neşe düşkünü bir zatdan ne umarsınız? Otuz Ramazan orucunu sıkı sıkıya tutar, bırakmaz, hatta alenen(açıkça) nakz-ı sıyâm(oruç bozmak) idenlere bir mutaasıb derecesinde kızardı. Mütareke günlerinden birinde idi, vapurda alenen sigara içen birine öyle bir bayrak açdı idiki ben bile şaşaladım idi.

Tiryakilik bence susamağa, acıkmak, imrenmek, tütün, nargile içememekden mütevellid(kaynaklanan) bir asabiyyet(sinirlilik) neticesidir. Bildiklerimden biri:
– Ah! Şu sigaraya müsaade ola idi hiç bir Ramazan orucumu terk itmezdim!
der ve müteakiben(ardından):
– Tütünsüzlük beni öyle bunaltıyor ki önüme gelenin boğazına sarılacağım geliyor.. Kalb kırmadan, bir takım rezaile(rezilliklere) meydan açmadan ise terk-i siyam(orucu terk) oladır.
Tesellisi ile beraber filvaki’ paketinden bir sigara çıkarub içerdi.
Filhakika(aslında) bu, böyle!.. Tiryakilerinde orucun en büyük düşmanı tütün!
Bir Ramazan davet idildiğim bir eve gitdim. Tesadüf, ev sahibinin pederide gelmiş imiş. Top atılır atılmaz ihtiyar iftar itdi. Bir kaşık çorba içmeden çekildi gitdi. Oğlu dedi ki:
– Çubuğunu içmeyince yemek yiyemez!.. Bu akşamda siz varsınız diye sofraya geldi!

Biz, çorbayı, yumurtayı, kebabı geçdik.. … Muhallebiye kaşıklarımızı sunuyorduk. Karşıki odada pat! diye bir şey düşdü. Hepimiz kalkdık, odaya doğru gitdik. Kapısını açıkdık ki içerisi kesif bir duman içinde!.. Zavallı ihtiyar, sedir minderden elinde çubuğu yüzükoyun düşmüş, hırıldıyordu. Kaldırdık, biraz su, lavanta.. gözlerini açdı ama beti benzi.. kireç!
Dikkat itdim; sedirin bir az ortasında içilmiş lüleli iki çubuk daha duruyordu. Elindeki üçüncüsü idi. Bu lülelerin her biri rub’ı paketden ziyade alır büyük çapda idi. Birbiri üstüne ateşleyüb fosurdatmış en sonra tıkanub sedirden yere kapanmış!
Dün bu halleri konuşub dururken hoş .. arkadaşlardan biri dediki:
– Bu sene ben hiç bir yere iftara gitmeyeceğim!
– Neden?
– Çünkü hiç bir tarafdan çağırılmayacağım!
– Belki sulu(yada solo) iftara çağırırlar!
Bak bunu unutmuş idim!

Malum, sulu iftar eski Ramazanların en gizli iftar tertibatından biri idi. Top ile aşnafişnaya başlanır, yatsı ezanıyla beraber yemek yenir, kahveler, sigaralar içülüb doğruca evlere gidilirdi. O Ramazanların gecelerinde göz şaşı, ağız eğri, kokulu kokulu hangi çaycıya, kıraathaneye gidülübde oturmağa cesaret idilebilirdi.
Maazallah!
Ahmed Rasim

Not: Kaynak gösterilerek kullanılmasında bir sakınca yoktur.

Ramazan

Bir Cevap Yazın