Özel Haber ve Röportajlarım

Prof. Dr. Selçuk Mülayim ile Röportaj

Marmara Üniversitesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Selçuk MÜLAYİM ile Mimar Sinan ve “Sinan bin Abdülmennan” kitabı üzerine çok keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

Öncelikle “Sinan bin Abdülmennan” kitabının yazarını tanımak isteriz. Bize kendinizden bahseder misiniz ?

Ben Vefa erkek lisesini bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi klasik arkeoloji bölümünden mezun oldum. Sonra doktoramı doçentliğimi ve ötesini Sanat tarihi, Türk-İslam sanatı bölümünde yaptım. Yani hem arkeoloji hem sanat tarihi alt yapısıyla devam ediyorum.

Kitabınıza giriş yapacak olursak; Mimar Sinan’ın kaç yaşında devşirme olarak alındığı kesin olarak biliniyor mu ? Yoksa varsayımsal olarak mı söyleniyor?

Bu tam bilinmiyor. 18-19 yaşlarında olduğu düşünülüyor daha çok.

Mimar Sinan’ın Balkanlardan mı yoksa Anadolu’dan mı devşirildiği konusu kesinleşti mi?

Tabi ki. Anadolu’dan devşirildiği kesin gibi bir şey. Balkanlarla pek ilgisi yok.  19. yy boyunca araştırmacılar bunun balkanların çeşitli bölgelerinden Hırvat, Macar hatta Avusturyalı olduğunu ileri sürüyorlardı hiçbir kanıt göstermeksizin. Fakat Kayseri’nin Ağnas köyünden devşirildiğini hayatı süresince akrabalarıyla yazışmalarından anlıyoruz. Belgelerde en çok rastlanan isim Ağnastır. Demek ki Orta Anadolulu bir devşirme.

Kaç çocuğu vardı veya çocuğu olup olmadığı hakkında net bir bilgi var mı?

Bildiğimiz kadarıyla kız ve erkek çocukları var. Bunların soy kütüğü de bir araştırmacı tarafından yayınlanmıştır.  Oğlu ve torununun soy kütüğü içerisindeki yerleri hatta bunlardan bir tanesinin Edirne’de hayatını sürdürdüğü yolunda görüşler var.

Günümüzde Mihrimah Sultan ile Sinan’ın yakınlaştığını söyleyip bunu magazinleştirenler var. Mimar Sinan’ı araştırmış biri olarak bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

O dönemde hanedan mensuplarıyla memur olan “baş mimar”da olsa nihayetinde memur olan bir kişinin mesafeleri çok belirlidir. Kaç kelime konuştukları, konuşup konuşmadıkları bile şüpheli.  Ama magazin bu. Orda her şey kabul edilir. Dizilerde de böyledir.

Bu konu açılmışken “Muhteşem Yüzyıl” adındaki diziye Sanat Tarihi Bölüm Başkanı olarak nasıl bakıyorsunuz?

Ben zaman zaman izliyorum. Sinan çıkacak diye bekliyorum. Dizide Sinan çıkacak nasıl ele alınacak diye bakıyorum. Bir de fiziki çevreye bakıyorum. İstanbul nasıl tasvir edilmiş? Kıyafetler nasıl? Odalar, sokaklar, taş duvarlar neye benziyor? O orada olabilir mi, olamaz mı? İşte bizim kafamızdaki senaryoyla örtüşüp örtüşmediğine bakıyoruz. Sonra şuna karar verdim ki; hiç tartışmaya bile gerek yok. Bu diziler böyle olur. Bu dizileri böyle kabul etmek lazım. Muhteşem Süleyman üzerine bilimseldir, belgeseldir, hiçbir görüş belirtmeye gerek yok onlar dizidir.

Kitabınızda Sultan Süleyman için Varis-i Zülkarneyn sıfatı kullanıldığını belirtmişsiniz. Varis-i Zülkarneyn ne demektir?

Büyük sanatçı ve komutanların hepsi Ortaçağ boyunca Büyük İskender ile akrabalık bağlantısı içinde görülür. Ona benzetilir. Dönemin İskender-i Kebiriydi şeklinde bir gönderme yapılır. Büyük komutanlar İskender’e benzetilir. Gerçekten eski çağın büyük komutanıdır ve bütün Doğuda büyük izler bırakmıştır. Bu Alaattin Keykubat içinde söylenmiştir, Yavuz ve Kanuni içinde söylenmiştir.

O zaman burada Zülkarneyn ile İskender arasında bir bağ kurma meselesi var sanırım.

Tabi, tabi. İskender’in vasfıdır Zülkarneyn. Çift boynuzlu, çünkü Mısır tanrısı Amon’un oğlu olduğu varsayılır. Başındaki boynuzları da saçlarının altına sakladığı kabul edilir. Bazı İskender sikkelerinde bu boynuzlar görülür.

Süleymaniye camii yapımında Süleyman Mabedinden mermerler kullanıldığı söyleniyor. Bu gerçeği yansıtıyor mu?

Onu söylerler belli çevreler. Süleyman mabediyle Kanuni Sultan Süleyman’ın mabedi arasında böyle bir akrabalık kurmaya çalışıyorlar. Ama Süleymaniye’deki taş malzemenin nereden geldiği bir bir sayılıp tadad edilmiştir. Bunların geliş yerleri belli. Lübnan’dan gelen var Efes’ten gelen var çeşitli antik merkezlerden geldiği kaydedilmiştir. Süleyman Mabedinden getirselerdi bunu niye saklasınlar. Getirilenler listesinde yok o.

İstanbul fethedildikten sonra ismi neden değiştirilmedi?

Çok sonradan değiştirildi. Fethedildikten sonra ismi Konstantiniyye olarak kaldı. Sebebini bir olay daha açıklıyor. Ayasofya Camii Kebiri o da değiştirilmedi. Çünkü Osmanlılarda kompleks yoktu. Şehrin adı öteden beri böyle biliniyorsa şimdi yeni sahipleri biziz ve bilinmeye devam edebilir. Bir de Osmanlı Sultanlarında şehirlere adını vermek diye bir şey yoktur. Yapılara, külliyelere adları verilmiştir. Ama şehirlere ad verilmemiştir. Bu pek yaygın değildir. Bu antik çağ ve Avrupalılara mahsus bir şeydir. Mesela Stalingrad, Heraklia felan böyle şeyler bizde yoktur. Süleymaniye kasaba köy ismi olabilir, Reşadiye köy ismi olabilir ama şehir ismi yok.  Yani İstanbul’un ismi değiştirilmedi. Değiştirilebilir miydi? Gayet tabii. Şehri fethetmiş bundan böyle buranın adı Fethiyye der çıkardı işin içinden.

Ayasofya’nın resmi olarak müze olmadığını, halen camii olduğunu konuşan çevreler var. Böyle bir şey var mı?

Ayasofya’nın müzeliği 1935 yılındaki Bakanlar Kurulu kararıyladır. Müzeler idaresine bağlanıyor ve bir müdür tayin edilerek müze fonksiyonu veriliyor.

Araştırmanızdan yola çıkarak yapılan birkaç haberde “Mimar Sinan’ın kafatasının masonlar tarafından çalındığı” belirtildi. Buna katılıyor musunuz?

Kafatasının yerinde olmadığı kesin. Değil, çünkü 1935 yılında açılıyor burası. Sonra kafatası götürülüyor ve mezar kapatılıyor.  Ancak ertesi yıl yapılan Sinan ihtivalinde kafatası izleyicilere gösteriliyor. O, Türk’tü diyebilmek için kafatası gösteriliyor.  Ve deniliyor ki kafatasına göre yapılmış elimizde bir resim var, en doğru resim budur diye birde resim dağıtılıyor. Kafatası mezara tekrar girmemiş. Nerededir? Belki Ankara Üniversitesi,  Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Antropoloji bölümü koleksiyonunda olabilir. Ama orada onlarca kafatası var kimliksiz. Peki, bu problem ne olacak? Şu olacak; mezar kemiklerinden DNA örneği alınacak, oradaki kafataslarının DNA örnekleriyle karşılaştırılacak. Tutan örnek zaten onundur. Ama çalma durumu yok bildiğiniz kucaklanıp götürülmüş.

Hür ve kabul edilmiş masonlar büyük locası Mimar Sinan’a neden adına dergi çıkaracak kadar önem veriyorlar?

Sinan çok uzun süre sahipsiz kaldı. Yani Sinan’ın tanınması son 15-20 yılın işidir. Banknotlarımızın ve pullarımızın üzerine resmi çok geç basıldı. Bu kadar büyük bir usta. Büyük bir dünya ustası o.  Leonardo’dan, Raffaello’danileri. Çizdiği her şey tatbik edilmiş, işte orada duruyor. Ötekilerin çizdikleri uygulanamamış. Bu çok önemli bir şey. Sahip çıkmakta gecikilmiş. Ama mimarlık, duvar ustalığıyla ilgili dernekler bu işe kafayı takmışlar ve sahiplenmişler büyük ustayı.

Mimarların belirli sırları vardır diyerek bizi “Hiram ustanın sırrını vermediği için çırakları tarafından öldürülme” meselesine yönlendirdiniz. Bu da masonluğa ve onun sırlarına çıkıyor. Peki, bunlar arasında nasıl bir ilişki var? Mimar Sinan bunun neresinde?

Bütün dünyanın taş ustalarında, loncalarında ve localarda sırlar vardır. Peki, nereden çıkıyor bu? Mesela maden işçilerinde sır yok da onlarda neden olsun sorusu akla geliyor. Tabii ki öteki localarında sırları var ama mimarlık ve taş işçiliği çok mühim ortaçağda. Ortaçağda iki tane stratejik konu var: Ateşli silahlar ile barut ve şehir savunması. Kale savunması, gizli geçitler, mahzenler, kemerler var. Bunların planlarının karşı tarafa geçmemesi lazım. Bu arada büyük mimariye ilişkin tüm plan ve projeyi ortadan kaldırıyorlar. Çünkü mimarlıkta kale kemeri vs. hepsi aynı teknolojide yapılır. Mimarinin formüllerini saklıyorlar ve yok ediyorlar çünkü stratejik.

Peki Mimar Sinan’ın Mimarname adlı eseri bu yüzden mi kayıp sizce?

Evet. Öyle duyulan kayıtlara geçmiş bir şey var ama o da yok ortalıkta. Bir tek plan yok ortada. Yalnız Sinan’ın değil Sedefkâr Mehmet ağanın da yok, öncesinin de yok. Bu yapılar plansız yapılmış olabilir mi? Mümkün değil. Bunlar planı yok ediyorlar. Bunun sebebi dini değil. Sebebi o hesapların karşı tarafın eline geçmemesi gerektiği.

Mimar Sinan’ın yapıtları için daha sonradan depreme karşı herhangi bir restorasyona ihtiyaç duyuldu mu?

Büyük bir kısmı mevcut durumunu koruyor. Tabii olağanüstü statik hesaplarla yapılmış. Daha da o anlaşılabilmiş değil. Nasıl oluyor da minare büyük bir depreme karşı yıkılmadan kalabiliyor. Süleymaniye Camii minarelerinde yıkılma olmuştur. Ama yeniçeri ocağının sırasındaki top atışlarından dolayı olmuştur. Ben depremden yıkıldığını kayıtlarda görmedim. İnanılır gibi değil, yaptığı kuleler yıkılmıyor kubbeler çökmüyor. Bunlar onun en büyük usta olduğunu gösteriyor.

Mimar Sinan ile ilgili birçok kitap var piyasada. Peki genç araştırmacılar güvenilir kitabı nasıl anlar?

Bu çok zor. Büyük boyutlu bol fotoğraflı albüm prestij kitapları var. Pahalı kitaplar. Bunları alabilmek genç araştırmacılar için zor. Biz dahi alamıyoruz, zorlanıyoruz. Bir de orta ve küçük boylar var. Ama elkitabı olarak ben Sinan bin Albülmennan’ı bunun için yaptım zaten. İçinde teknik de var sonunda bibliyogrofya da var. Derinleşeceksin yolları da ben göstermeye çalışıyorum. Çantanda da taşıyabiliyorsun. Çok da ucuz bir kitap. Kaynakçası da olduğuna göre bununla başlamak iyi olur. Bir tek formatından sıkıntılıyım. Fotoğraflar daha büyük olabilirdi.

Son olarak bize Mimar Sinan hakkında birkaç cümle söyler misiniz?

Onu artık herkes tanıyor. Balıkçılar, şoförler, okumuşlar, okumamışlar, entelektüeller, yabancılar, Japonlar, yani herkes tanıyor. Bir Japon mimar Arata Izozaki diyor ki; “mimarimde iki şey önemlidir. Roma mimarisi ve Sinan.” Ve bir de Amerikalı bir mimar var, Lloyd Wright diye bir adam. Diyor ki “bir mimaride şehirde toprak nerede biter, mimari nerede başlar belli olmamalı. Bunu iki kişi başardı. Biri Sinan, birisi de ben.” Böylelikle Sinan’ın iyi bir şehirci de olduğunu söylüyor.

Röportajımıza katılıp bizi Mimar Sinan ve kitabınız Sinan bin Abdülmennan hakkında bilgilendirdiğiniz için Anahtar TV adına teşekkür ediyoruz.

 www.anahtar.tv

Röportaj: Ömer Can TALU, Sevan Onur DUMAN

Bir Cevap Yazın