Öncelikle bize kendinizden bahseder misiniz?
1959 yılında Erzurum’da doğdum. Kuleli askeri lisesi, Kara Harp okulu ve Tuzla Piyade okulunu bitirdim. 1986’da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde mastır çalışması yaptım. 1989’da Türk Silahlı Kuvvetleri’nden emekli oldum. 1991–1993 yılları arasında İran’da hem metafizik ile ilgili konularda hem de Fars dili üzerine eğitim aldım. Kum kentinde tanınmış Ayetullahlardan ve Pakistan sınırındaki Budistlerden metafizik konularında yararlandım.
Siz Ortadoğu’yu da izleyen bir analist olarak, devrimlerin ve ayaklanmaların gerçekleştiği Arap ülkelerinde şu anki genel durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye İslam dünyasında okuma düzeyi en üstte olan ülke. Fakat dünyaya göre de Türkiye bu konuda çok düşük seviyede. Okuma seviyesi düşük olan toplumlar zihin kontrolü ve beyin yıkama faaliyetlerine açık toplumlardır. Bizim okuma seviyemiz İslam dünyasında en üstte olmasına rağmen biz bile beyin kontrolüne uğruyorsak İslam aleminin Arap aleminin halini düşünün. Bunları şu yüzden söyledim. ABD ve Siyonist İsrail Arap alemi üzerinde çok büyük bir zihin kontrolüne sahip ve bunları istedikleri gibi yönlendirebiliyor. Böyle toplumları kavmiyetçi veya mezhepçi metotlarla yönlendirip provoke etmek çok kolay. Şuan Arap dünyası ve özellikle körfez ülkelerinde bu oyun oynanıyor. Şuan Suriye’yi de halletmek üzere ve son olarak geriye İran kalıyor. Bu Arap baharı denilen olay neden Yemen’e, Bahreyn’e, Suudi Arabistan’a, Katar’a ve Birleşik Arap Emirliklerine sıçramadı? Esas anti demokratik yönetimler onlar. Bu bir halk hareketi değildi bu tamamen Siyonist İsrail’in planlayıp organize ettiği ve ABD’nin finanse ettiği bir hareketti.
ABD uçak gemisinin Hürmüz boğazını geçmesi durumunda İran bunu engelleyeceğini söyledi ve bu sözünü gerçekleştirmedi. Siz İran’da gazetecilik yapmış ve üst düzey kişilerle görüşmelerde bulunmuş biri olarak İran ve ABD gerilimini nasıl yorumluyorsunuz?
İran bu konuda çok kararlı. Dün ben İran Kültür Ateşesiyle ve İranlı birkaç arkadaşla görüştüm onlar İran’ın çok kararlı olduğunu ve asla geri adım atmayacağını söylediler. Onlara sordum çünkü olaylara buradan bakmakla oradan bakmak çok farklı.
Ben asker kökenli olduğum için bunu şöyle yorumluyorum. Bu tür askeri faaliyetlerde daima ilk çatışma beklenir. ABD gemileri eğer bir müdahalede bulunursa İran’a karşı bu durumda İran hemen karşılık verecektir. Aslında İran’ın şakasının olmadığını ABD’nin bilmesi gerekir. Çünkü Fars toplumu Arap toplumundan çok farklıdır. Oradaki ordunun manevi durumu Arap ordularından çok çok farklıdır. Ordular sosyolojik olarak ikiye ayrılır. Birincisi rejimin ordusu, ikincisi halkın ordusu. Rejimin ordusu, Şah’ın ordusu Saddam’ın ordusu, gibi ordular baştaki kişinin gitmesiyle çok çabuk çöker. Mesela Saddam’ın yeraltına inmesiyle birlikte ordu çökmüş ve ABD askerleri Bağdat’a elini kolunu sallayarak girmiştir. Şah’ın ordusuda şah ABD’ye kaçar kaçmaz Humeyni’ye teslim olmuştur. Bu totaliter rejim ordularının karakteristik özelliğidir. Gelelim halkın ordusuna. Halkın ordusunda subaylar eğitim alır, gelir geçer, emekli olur, sonra yenileri gelir; bu böyle devam eder. Yani başbakanın veya cumhurbaşkanının değişmesiyle orduda bir değişim olmaz. Peki, ideal olan ordu bu mudur? Hayır. Önemli olan hakkın ordusu olmaktır. Yani halkın değerleriyle bütünleşen ve kendisini yaratanın hizmetinde olan ordudur. Yani İran ordusu. Mesela iman ve itikat olarak bizimle bağdaşmasa da İsrail ordusu da böyledir. Çünkü her ikisinin de büyük bir ideali var. İran ordusunun hedefi mazlum Müslümanları ezdirmemek, Siyonist İsrail’in ordusunun hedefi sözde vaad edilen toprakları ele geçirmek. Böyle olduğu için bu iki orduda da çok yüksek moral ve motivasyongöze çarpıyor. Bu ordular kolay kolay yıkılmazlar. Son dakikaya kadar beklenmeyen bir direniş gösterirler. Savaş çok uzar. Mesela İran-Irak savaşı gibi. Kısa dönemde Saddam başarılı görünüyordu ama sonra savaşın seyri değişmeye başladı. Çünkü bir tarafta ideal ordu vardı, bir tarafta rejimin ordusu vardı. Dolayısıyla insan unsuru orduda çok önemlidir. Peki, bunlar yeterli midir? Hayır. Birde vahdaniyet unsuru önemlidir. Mesela Afgan mücahitleri Sovyet ordularını hezimete uğrattı ve Sovyetler çekilmek zorunda kaldı. Fakat vahdaniyet unsuru olmadığı için aralarına nifak sokuldu ve Afganlar arasında sen başbakan olacaksın ben cumhurbaşkanı olacağım diye o muhteşem zafer hezimetle sonuçlandı. O yüzden ABD ordusunu söküp atamadılar.
Türkiye’nin nasıl bir faktörü olacak İran konusunda?
Şimdi ben hükümeti bazı konularda çok takdir ediyorum. Ama Türk Dışişleri çok büyük hatalar yapıyor. Gerek füze kalkanı konusu, gerekse İran’a karşı yapılan görünmez bir ambargo. Durum böyle olunca ben derim ki bunun arkasında Siyonist dayatması var. Eğer siz bağımsız bir Dışişlerini önemsiyorsanız neden Bahreyn ve Yemendeki katliamları hiç dile getirmiyorsunuz Türk Dışişleri olarak? Daha iki gün önce Bahreyn’de 45 kişi öldürüldü askerler tarafından. Bu bir kere bile Türk Dışişlerinde söz edildi mi? İnsan hakları Suriye’ye gelince varda Bahreyn ve Yemen’e gelince neden söz konusu edilmiyor? Dolayısıyla görülüyor ki burada mezhepçi bir yaklaşım söz konusu. Ama böyle bir yaklaşım bölgede İsrail’in elini güçlendirir. Türkiye maalesef tavla oynuyor ama İsrail ve ABD satranç oynuyor ve dört-beş hamle sonrasını planlıyor. Örneğin füze kalkanı konusunda oturdukları yerden Türkiye ve İran’ı karşı karşıya getirdiler.
İran ve Türkiye sürekli karşı karşıya getirilmeye çalışılıyor. Bu durumda İran’ın nükleer füzeleri Türkiye için tehdit oluşturur mu?
İran’da 4500 km menzilli nükleer başlıklı füzeler var. Onlar ordu teknolojisi bakımından bizden çok üstünler fakat ABD ve İsrail’in ekmeğine yağ sürmemek için çok uğraşıyor İranlılar. O yüzden bu artık en son nefsi müdafaa olarak yapılabilecek bir şey.
Olası bir ABD-İran savaşı durumunda Türkiye bu savaşa dahil olabilir mi?
Sadece Türkiye değil bütün dünya bu savaşa dahil olacak.
Peki şuan ABD’nin Ortadoğu’daki amacı nedir?
Mezhepleri kışkırtıp kavga çıkarmaktır ABD’nin şuanki amacı. Suriye olaylarında olduğu gibi. Türk Dışişleride bu tuzağa düşüyor. Dışişleri karşılıklı çıkar ilişkisine dayanır. Mezhebi düşüncelere değil.
Suriye olaylarını ele alırsak, Esad giderse ne olur?
Tabi ki bende bir diktatörün kalmasını istemem. Ama gitmesi kalmasından daha mı iyi olur bilemem. Kaddafi’ninde gitmesini istiyorduk. Fakat daha Kaddafi linç edilmeden önce İsrail ile 25 yıllık petrol sözleşmesi yaptılar. Mısır’da da aynı şey söz konusu. Siz sanıyor musunuz ki Mısır’da ABD’nin istemeyeceği bir iktidar olsun. ABD bunu yedirmez. Şimdi oraya hep nifak tohumları saçacak ve kendi istediği demokratik bir iktidar getirecek. Arap baharının da zaten amacı bu. Suriye’de de Esad’ın gitmesiyle İsrail kaç kuş vurmuş olacak. Birincisi İran’dan Filistin’e gerekli silah ve lojistik destek Suriye üzerinden geçiriyor. Esad gittiği zaman bu bağlantı kopacak. Dolayısıyla Filistin yalnızlaşacak ve resmen Filistin’i İsrail’in kucağına oturtacaklar. İkincisi Suriye’yi parçalayıp bir kısmında Kürt devleti kurduracaklar ve bunu Irak’taki Kürt bölgesiyle birleştirecekler. Sonra İran’da Kürt bölgesini oluşturup alacaklar ve Türkiye’nin de Güneydoğusunu alıp işi tamamlayacaklar. Üçüncüsü o bölgede kendisine tehdit oluşturacak iki ülke kaldı. Suriye ve İran. Şimdi Suriye’yi de bitirecekler ve İran kuşatılmış olacak.
Size göre bütün bunlar Türkiye’ye dayatılıyor mu yoksa Türk Dışişleri yanlış bir politika mı izliyor?
Dayatılıyor. Fakat hatası şudur: olaylara mezhebi boyutla yaklaşıyor. Ama dışişleri olayları gerçekçi verilerle ele almalı, değerlendirmeli.
Anahtar.TV adına verdiğiniz bilgiler ve ayırdığınız zaman için teşekkür ederiz.
Röportaj: Ömer Can TALU, Sevan Onur DUMAN
Bir Cevap Yazın